12 Nisan 2010 Pazartesi

persona

12 Nisan 2010 Pazartesi
sadece bir saat uyuyup sabahın köründe persona'yı izlemekle de alakalı olabilir her şey. hani kafanı sıraya koyarsın böyle, ya da için geçer.. bunların hiçbirini yapmayıp pür dikkat bu sanat filmine kendini kaptırmaktan kaynaklı olabilir sorunum. elisabet vogler. "arkadaşımın imam dedesi" siksin bu kadını. her şeyi başa saracak olursak: 1 saat uyudum, geri kalan uykuma duşta suyun altında devam ettim (boğulma korkusuyla birleştiğinde insan strese giriyor), aç karnına kahveleri içip içip mideme işkence ettim, sonra güzel sanatlara gidip erdal inönü salonu'nda yerimi aldım. sanat filmi izlemeyi dayatıyorlar. peki dedik, izleyelim. aslında insanlar romantik komedileri, dizileri falan tok karnına, uykusunu almış biçimde ve mutluyken izlemeli. hani filozoflar hep zengin ailelerin çocukları oluyordu ya, karnı tok sırtı pek, yapacak iş güç olmadığından da otu boku sorguluyorlar falan. ama işte insani ihtiyaçların tam giderilmediğinde böyle şeylere kafa patlatmaz insan diye. külliyen yalan. persona'yı ilk izlediğim zamanı tam olarak hatırlamasam da hayalimde canlandırabiliyorum. muhtemelen yemek söylemişimdir, üzerine kimbilir hangi ıvır zıvırı yerken yayıla yayıla oturmuşumdur. efendim, filmin sonunda da bir bok anlamamışımdır. halbuki bu sabah öyle miydi? günlerden pazartesi. ders saati: 08:40. yurda dönüş saati: 02:30 civarı. sabahları zaten psikopat gibi oluyorum. kendi kendimi tanıyamıyorum. ama o filmi öyle bir anladım ki sanırsın bergman hakkında makaleler yazıp çiziyorum. sonra sınav olduk, eksik sorularımı da yanımdaki kişiden bakıp kağıdımı tamamlayıp hocaya teslim ettim. okunacak makaleyi alıp önemli cümlelerin altını renkli kalemimle çize çize okudum. öyle daha akıllı hissediyorum kendimi çünkü. ama o uykusuzluk, mide ağrısıyla akıllı hissetmek çok lüks bir şey. bir bakmışım uyuyakalmışım. ne oldu ne bitti diye uyandığımda karşımda oturan çocuk beni izliyordu. kitabımı kafasına fırlatmak istedim, sonra vazgeçtim. çünkü altını çize çize makale okuyan akıllı bir öğrenciydim ben o an. çok çalışmaktan yorgun düşmüş, uyumuştum.

ama makaleler kurtarmıyordu insanı işte. ikinci sahnede yatağımdayım. makalenin kalan sayfalarını çizmekle meşgulüm, sonra uyku beni kollarına alıyor. birkaç kez eski sevgili tarafından, birkaç kez karın ağrısı, finalde de baba tarafından uyandırılmak. işte tam o esnada persona filminde oyuncu olmuştum ben. elisabet vogler'im. ya da onun hemşiresi. kabus görüyordum, babam uyandırıyor arayarak ve karnım o kadar ağrıyor ki realitedeki kabusta mı bilinçaltımdakinde miyim ayırt edemiyorum, düş ve gerçek arasında gidip geliyorum. hangi persona bana hakim kestiremiyorum. sanat filmleri demek ki ancak acı şartlarda izlenildiğinde anlaşılabiliyormuş. ben kendimim, babam öteki. benliğim hala uykuda, uyandırılmayı bekliyor.

1 yorum:

Adsız

izliyordum öyle.. ve korkmuyordum kafama kitap yemekten.. biliyordum çünkü altını çize çize makale okuyan akıllı bir öğrenciydi o o an..

Yorum Gönder